Çevreci Tasarım Ekoloji Enerji Etik Sürdürülebilirlik

“Temiz Enerji” iddia edildiği kadar temiz mi?

Yazar : Kaan Emir

55
561615
651651
wind-183247_960_720

Son yıllarda Türkiye de İncir üretiminin merkezi sayılan Aydın ve çevresinde birçok jeotermal kuyusu  açılmış, jeotermalden elektrik üreten santraller kurulmuştur. Aynı şekilde üzüm üretiminin merkezi sayılan Alaşehir, Salihli ve Sarıgöl ovalarında da onlarca jeotermal kuyusu açılmış, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan 2000 civarında kuyu açılabilmesi için de izinler alınmıştır. Açılan bu kuyulardan yeraltı sularına ve sulama sularına başta bor olmak üzere ağır metallerin bulaşma riski yüksektir. Bu ağır metaller toprağı kirletir ve topraktaki bu kirlilik de onlarca yıl kaybolmaz. Jeotermal kuyularından ve jeotermal elektrik santrallerinin verdiği bir başka kirlilikte atmosferde yarattığı kirliliktir. Jeotermal enerji santrallerinde, gaz ve sıvıların bırakılması kimyasal kirlenmeye yol açar. Jeotermal enerji kullanılırken, hidrojen sülfür (H2S) ve karbondioksit (CO2) ve benzeri gazlar açığa çıkar. H2S’in kötü kokusu ve zehirleyici etkisi vardır. Karbondioksit, jeotermal gazların en önemli bileşenidir ve bu gazların %95 ini oluşturur. Atmosfere salınan buhar ve gazlar ortamın nemini ve sıcaklığını da yükselterek ekosisteme zarar vermektedir, nem bitkisel üretimdeki hastalıkları ve zararlıları arttırmaktadır.

İncir ve üzümün bir kısmı üreticiler tarafından kurutularak depolanmakta ve satışa sunulmaktadır. Ancak incir kurutmasının yapıldığı yerlerde jeotermal elektrik santralleri varsa incirler artık kurumamakta, çürümektedir. Üzüm üretiminin olduğu bölgelerde ise bu santraller yeni yeni üretime geçmiştir, önümüzdeki birkaç yıl sonra üzüm üreticileri de aynı problemle  karşılaşmaya başlayacaklardır. Üretime geçen jeotermal elektrik santrallerinin olduğu bölgeye gidildiğinde yoğun bir kükürt kokusu tüm atmosferi şimdiden sarmış durumdadır. Üzüm ve incir üreticileri ürünlerindeki hastalık ve zararlılarla mücadele etmek için daha fazla kimyasal ilaç kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Kimyasal ilaç kullanımı da çevreye, toprağa ve canlı yaşamına zarar verdiği gibi daha fazla enerji tüketimine de yol açmaktadır. Çünkü bu kimyasal ilaçların üretimi için yeni fabrikalar kurulmakta veya var olanların kapasitesi arttırılmakta, üretilen kimyasal ilaçlar kıtalararası taşınmakta, üretildiği  ve kullanıldığı ülkelerde depolanabilmesi için de yeni depolar inşa edilmekte, kullanılacak araziye gelene kadar taşınmaktadır. Ayrıca bu ilaçların kullanılabilmesini sağlayacak ekipmanlar için fabrikalar kurulmakta, o ekipmanların depolanması, nakliyesi gibi unsurlarda düşünüldüğünde yoğun bir enerji tüketimi söz konusu olmaktadır. Bütün bu döngü küresel iklim krizini tetiklemekte, derinleştirmektedir. Bu bölgelerde yaşayan çiftçiler ise artık üreterek yaşamlarını sürdüremediklerinden dolayı üretimden vazgeçip toprağını  terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Toprağını terk eden çiftçiler sanayide, madenlerde güvencesiz, güvenliksiz çalışan ucuz işgücünü oluşturmaktadır.

“Temiz enerji” iddiasındaki bir diğer örnek ise Rüzgar Enerjisi Santrallerinin (RES) yarattığı tahribattır. Türkiye’nin tam batısında Zeytin ağaçları ile kaplı Karaburun yarımadası  vardır. Burası dağlık arazidir, oksijen miktarı da oldukça  yüksektir, çiftçiler zeytin üretimi ve keçi yetiştiriciliği yaparlar. Son yıllarda bu bölgede onlarca Rüzgar Enerji Santralinin(RES) yapılmasına izin verildi. Yüzlerce Zeytin ağacı köklendi, RES’leri kuracak ekipmanları taşıyabilmek için kilometrelerce yol açıldı. RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte o bölgede yetiştirilen keçiler hastalanmaya başladı. Karaburun yarımadasında binlerce dekar Zeytin ağacı vardır. Rüzgarların denizden getirdiği mikro organizmalar Karaburun’un yarımadasında zeytinlerin bir kısmının hiçbir müdahaleye gerek kalmadan ağacında yenebilecek şekilde olgunlaşmasını sağlar. Bu zeytinler hiçbir ek işleme tabi tutulmadan sofraya gelir. Bu zeytinler yetiştiği bölgenin adıyla  ”Karaburun hurması” adıyla anılır. Karaburun yarımadasının mikrokliması bu bölgeye özeldir. Bölgede yaşayan yarasa popülasyonu da zeytin zararlılarına karşı en etkin biyolojik mücadeleyi vererek çiftçilere yardımcı olmaktadırlar. Yarasalar zeytine zarar veren böcekleri yediklerinden dolayı zeytin ağaçları ve  meyveleri kolay kolay hastalanmazlar, çiftçiler de zeytin ağaçlarının bakımı için  herhangi bir kimyasal ilaç kullanmazlar. Bilindiği gibi yarasalar çıkardıkları yüksek frekanslı ses dalgalarının, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla yönlerini bulurlar, RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte RES’lerin kanatlarının yarattığı ses dalgaları yarasaları olumsuz etkilemiş, yarasa popülasyonu da  yok olmaya  başlamıştır. Yarasalar tamamen yok olduğunda çiftçiler de biyolojik mücadeledeki en büyük yardımcılarını kaybetmiş olacaklardır. Yarasalar yok olduğunda zeytin ağaçlarının ve meyvelerinin çeşitli hastalıklara yakalanmasının da önü açılacaktır. Bu durumda da bu güne kadar kimyasal ilaç kullanmayan üretici kimyasal ilaç kullanmaya başlayacaktır.

Dolayısıyla incir ve üzümde yaşanan döngü burada da baş gösterecek; Kimyasal ilaç kullanımı çevreye, toprağa ve canlı yaşamına zarar verdiği gibi daha fazla enerji tüketimine de yol açacaktır. İlaçlara olan ihtiyaç artıkça yeni fabrikalar kurulacak, kurulu olanların kapasitesi arttırılacak, üretilen kimyasal ilaçlar kıtalararası taşınacak, üretildiği ve kullanıldığı ülkelerde depolanabilmesi için yeni depolar inşa edilecek, kullanılacak araziye gelene kadar taşınacaktır. Bu ilaçların kullanılabilmesini sağlayacak ekipmanlar için fabrikalar kurulacak veya kurulu olanların kapasitesi arttırılacak, o ekipmanların depolanması, nakliyesi ve kullanılması içinde enerji  tüketimi söz konusu olacak ve sermaye yeniden “enerji ihtiyacı”ndan bahsederek yeni enerji santralleri kurmak için doğayı katletmeye, ekolojik dengeyi bozmaya devam edecektir. Bu döngü böyle devam edecektir.

Kaynak: Adnan Çobanoğlu – Karasaban – 29.01.2016  İspanya’dan yayın yapan internet dergisi Soberania Alimentaria  için yazılan makaleden alınmıştır. Makalenin özeti: http://www.soberaniaalimentaria.info/numeros-publicados/54-numero-23/319-es-la-energia-limpia-tan-limpia-como-se-supon

 

Yazar hakkında

Kaan Emir