Ekoloji Kültür , Sanat ve Tarih Seyir Defteri Sürdürülebilirlik Yazı Dizileri

Yaşam Döngüsü Analizi Işığında Medeniyet , Toplum ve Tüketim İlişkileri II

Yazar : Kaan Emir

Gıda israfını yaşam döngüsü analizi açısından ele alarak sorunun büyüklüğünü gözler önüne sermeden önce bu israfın, gereksiz tüketimin temeline inmemiz gerekir. Bu bağlamda ilk yazıda bahsedildiği gibi medeniyet kavramı ve bireyde kanıksanmış bir davranış topluma ayak uydurma tavrının tüketim alışkanlıkları üzerinde irdelenmelidir.

Medeniyeti bol keseden istediğimiz gibi kullanmakta bir sakınca görmeyiz ama çoğu kelime gibi anlamından bihaber kullanırız. Sözlük anlamı TDK’da “uygarlık” olarak yer alsa da aklımızda daha net bir anlam ifade etmesi açısından medeniyetin oluşma sürecini idrak etmemiz gerekir. Zira bir medeniyetten bahsetmek için öncelikle onun oluşması gerekir.

Medeniyet için gerekli şartlara Bertrand Russell’ın tanımıyla baktığımızda “Medeniyetin birinci temelli karakteri diyebilirim ki basirettir.” der ve burada bir yanlış anlaşılma olmaması için basireti açıklar (onu da bol keseden kullanırız ya…) “Basiret gerçekten de, adamı yabaniden, yetişkin insanı çocuktan ayıran başlıca niteliktir. Basiretin üç faktörle ölçülebildiğini söyleyebiliriz: çekilmekte olan acı, gelecekteki zevk ve bu iki ögeyi birbirinden ayıran aralığın uzunluğu. Demek oluyor ki, çekilen acıyı geleceğin zevkine bölüp, ondan sonra her ikisi arasındaki zaman aralığıyla çarparsak basiret çıkar.”

𝑏𝑎𝑠𝑖𝑟𝑒𝑡=(ç𝑒𝑘𝑖𝑙𝑒𝑛 𝑎𝑐𝚤) / (𝑔𝑒𝑙𝑒𝑐𝑒𝑘𝑡𝑒𝑘𝑖 𝑧𝑒𝑣𝑘) 𝑥 𝑖𝑘𝑖𝑠𝑖 𝑎𝑟𝑎𝑠𝚤𝑛𝑑𝑎 𝑔𝑒ç𝑒𝑛 𝑧𝑎𝑚𝑎𝑛

Sonra medeniyet için gerekli olan ikinci şartı söyler ve “bu öge bilgidir” der. Sonunda da medeniyeti “Bilgi ile basiretin bir araya gelmesinden doğan bir hayat tarzı”.

Bilgi kısmını göz önüne aldığımızda bu bildiride konu dışı bırakılabilir çünkü, edindiğimiz bilgi nasıl, neyi nasıl biliyoruz, saf bilgiyle mi karşı karşıyayız yoksa bilgi adına maniple edilmiş bir sunum uzantısının devamını mı tekrar ediyoruz gibi birçok soru karşımıza çıkacaktır.

Eric Fromm’un “Cinsellik ve tüketim toplumu” isimli makalesinden kısa bir durum tespiti: “İkinci endüstri devriminin başlangıcında kitlesel üretimin gerekliliğiyle karakterize olan sibernetik toplum ise, mutluluğu harcamakta ve tüketmekte bulan bir insan karakterine ihtiyaç duydu. İnsan çalışan, ancak kendi içinde pasif olan bir homo consumens’e dönüştü. Bu yeni insan tipini Aldous Huxley, Yeni Güzel Dünya isimli kitabında çok güzel bir şekilde açıklamıştı: ‘Bugün sahip olabileceğin zevkleri asla yarına erteleme.’ ” Buradan Russell’ın basiret denklemiyle günümüz “homo consumens”inin haline bakacak olursak net bir sonuç ortaya çıkıyor: Sistem istediği basiretsiz insan güruhunu, yani bizi, başarıyla yarattı.

Bizler sadece homo consumens değil aynı zamanda konformistleriz. Türkçeye “uymacılık” çevrilen konformizm sözlüklerde; yürürlükteki kurum, ölçüt veya şartlara, kesin olmayan katı kalıplara, eleştirel bir değerlendirme yapmaksızın uyma veya çevrenin egemen ve yaygın kanı ya da değerleriyle uzlaşma eğilimi olarak geçmektedir.

resim1-yasam-dongusu-analizi-isiginda-medeniyet-toplum-ve-tuketim-iliskileri-ii

Konformizmin temelinde toplumsal olanın sürekli bireysel olanın önüne çıkarılması yatmaktadır. “İnsan, ancak, ödül bekleme ya da cezadan korkma gibi bayağı bir olmaksızın, tüm tutkularını kendi türünün genel çıkarı için seferber ettiğinde tam ya da erdemli insandır.” Birey, toplum için ya da toplumsal amaçlı yapılmış planlar içinde onu gerçekleştirecek unsurlarından ancak bir tanesi olarak düşünülmüş, eğitimden sağlık hizmetlerine, boş zaman kavramından toplumsal yararlılık kavramına kadar tüm edimler bu bağlamda tartışılmıştır. Bu yüzden modern insan, sanıldığı gibi özgür ve bağımsız bir birey değildir. Tam tersine modern insan, erk ilişkilerinin belirlediği bir yapı içine mahkum edilmiştir. Yaşamı sürekli olarak toplumsal yapılara uyum sağlamak üzere bir zorlama altındadır. “İnsan kendini canlı varlık olarak tanımlamaya kalkıştığında kendi başlangıcını ancak ondan önce başlamış bir hayatın zemini üzerinde keşfedebilmektedir; toplum tarafından çoktan kurumsallaştırılmış, çoktan egemen olunmuş bir insanı zaman ve mekanın içinde gün ışına çıkartabilmektedir.”

Bireyde konformist tavırların ortaya çıkmasının bir diğer nedeni de bireyin toplum, cemaat ve gelenekten ayrı düşmesiyle ortaya çıkan özgürlüğün aynı zamanda onu bir başına ve yalnız bırakışıdır. Birey, yeni kazandığı bu özgürlüğü kaldıramadığı için tekrar, kendi benliğini yansıttığını düşündüğü yapay kollektivitelere ve sığınaklara kaçmaktadır. Steve Toltz’un “Bütünün Bir Parçası” romanında yaptığı durum analizinde bu durumu “Kişiden kendi tarafına bağlı kalmasını bekleriz. Hain ise, kendi topluluğunu terk etmeye zorlanır; güçlü aidiyet duygularıyla belirlenmiş bir yapıdan dışlanır. Topluluk içinde yaşam, ancak böyle duygular sayesinde anlam kazanır. Birisinin aidiyet bağını koparmaya karar vermesi, herkes için bir  darbedir. Topluluk üyeleri bu kopma ve eleştiri karşısında kendilerini yeniden değerlendirme yoluna gidecek yerde birbirlerine daha da sıkı kenetlenir ve haini mahkum ederler. Topluluklar kendi eylemlerini, özverilerini ve kendi bağlılık duygularını nadiren sorgularlar. Çünkü, böyle bir sorgulama sırasında kendi kararları sınanmış ve tehdit edilmiş olur. Yıllar yılı birlikte yürüyüp şarkı söyledikten, yıllar yılı birbirlerinin sırtını sıvazladıktan, “tasada ve kıvançta ortak” olduktan sonra, bütün bunların ardından sorulacak bir soru, hatta kuşku algılanacak bir ima bile hepimize yöneltilmiş bir uyarı, bugünümüzü, dünümüzü ve yarınımızı tehlikeye sokan bir tehdit olarak algılanır… Bu tehdit hainin kişiliğinde somutlaşır.” şeklinde açıklamıştır. Buna bağlı olarak konformist davranışlarımızla hain olmaktan kaçtığımızı söyleyebiliriz.

Birçok alanda şahsımız adına yanlış olduğunu düşündüğümüz adımları farkında veya olmayarak atmamıza sebep olan bu topluma uyum sağlama hareketi tüketim konusunda da aynı şekilde hayatlarımızı etkilemektedir. İhtiyacımız olup olmadığına bakmaksızın sahip olmaya çalıştığımız ürünler günden güne artmaktadır. Sürekli olarak bir yarış ve daha iyisine sahip olma çabası içerisindeyiz. Tüketimlerimizle üstünlük kurma çabasındayız. Karşımızdakinin sahip olduğuna bakıp bende daha iyisi olmalı ya da onda olmayan bende olmalı düşüncesindeyiz. Yer yer bu işi “onun olmasın benim olsun” seviyelerine kadar çekip hiç ihtiyacımız yokken sahip olmak istediğimiz, tüketmek istediğimiz şeylerde var maalesef. Bu durumun bir sebebi de daha yaşta bize sandalye kapmanın öğretilmiş olmasıdır. Bu oyun, bilinçaltımıza bu yarışı işledi ve daha sonra hayatın bir benzeri haline geldi. Bu mantaliteye göre giderek azalan ortak kaynakları paylaşmak zorunda kalmamak için insan kendi sandalyesini yanında taşımak zorundadır. Çünkü hayatta da yeteri kadar sandalye yoktur, ya da yaşayacak iyi zamanlar ya da yeterli yiyecek, yeteri kadar mutluluk, yatak, iş, gülüş, dost, gülümseme, para, nefes alacak temiz hava… Ve müzik çalmaya devam eder.

resim2-yasam-dongusu-analizi-isiginda-medeniyet-toplum-ve-tuketim-iliskileri-ii

Bu topluma ayak uydurma sendromu, teknoloji, kıyafet alışverişi, kozmetik ürünleri, aksesuarlar(saat, çanta vb.) gibi birçok alanda aşırı tüketime yol açsa da bu yazının devamında diğerlerine kıyasla küresel ölçekte daha büyük etkiye sahip olan ve alınacak önlemler açısından düşünüldüğünde izlenmesi gereken yollar diğerlerinden daha aşikar olan gıda israfı ele alınacak.

Kaynaklar:

Kent Rehberi, Turgut YÜKSEL, OT Dergisi – Sayı 17 (Temmuz 2014)

Tüketim Toplumunun Dinamiklerine Bir Bakış, Arş. Gör. Dr. Ahmet Kürşad ALBAYRAK, Murat DUYKU, Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 2014 – Sayı 3

Konformizm-Nonkonformizm Açısından Edip Cansever’in Şiiri, Orhan SARIKAYA, FSM İlmî Araştırmalar – İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı 2 – 2013

Bütünün Bir Parçası, Steve TOLTZ, 3. Baskı – Mart 2010

Yazar hakkında

Kaan Emir